TÜRKİYE’NİN EĞİTİM REFORMU: DURUM VE HEDEF ALANLARI
Prof.Dr.Hasan Şimşek
FABRİKAOKUL: Alvin Toffler’ın tanımladığı şekliyle “İkinci Dalga’nın” yani “Endüstri Devrimi’nin” bir ürünü olan okul “belirli nitelikteki girdileri iyi düzenlenmiş ve kontrol edilen süreçler yoluyla belirli çıktılara dönüştüren bir üretim süreci” olarak tanımlanan ve endüstri devriminin en başarılı buluşu olan fabrika imgesi üzerine kurulmuştur. FabrikaOkul Paradigması’nın eğitimde uygulamaları aslında hepimizin tanışık olduğu ve hemen hemen hiç sorgulamadığımız bazı eğitim uygulamalarında kendisini açık olarak gösterir:
• Standart ölçme testleri ve çoktan seçmeli sınavlar
• Daha çok mezun, daha çok diploma gibi sayısal göstergeler
• Merkezi ve hiyerarşik okul örgütlenmesi ve okul yönetimi
• Kesin hatlarıyla belirlenmiş zaman dilimlerine dayalı bir eğitim-öğretim süreci
• Eğitim otoriteleri tarafından düzenlenmiş eğitim-öğretim süreçleri
• Bunun bir sonucu olarak öğretmeni sadece bir uygulayıcı olarak gören eğitim anlayışı
• Yukarıdan aşağı ve tek tip program anlayışı
• Bireysel farklılıkları ihmal eden ve bütün öğrencileri ayın öğrenme stiline sahip standart bireyler olarak yorumlayan pedagojik anlayış
• Öğretmen merkezli, öğrenciyi edilgin kılan bir eğitim-öğretim süreci
TÜRK FABRİKAOKUL SİSTEMİ :
Türk Eğitim Sistemi’nin kuruluş yıllarına damgasını vuran Batı kaynaklı bu FabrikaOkul anlayışı neredeyse hemen hemen tüm özellikleriyle Türk Eğitim Sistemi’ne aynen uyarlanmıştır. Ancak, Batı kaynaklı bu paradigma yine Batı’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçekleşen reform dalgasıyla epey yenilenmiş, nihayet 1980’lerde başlayan 3. reform dalgasıyla yerini yeni bir eğitim anlayışına bırakmıştır. Ülkemizde eğitimin temel sorunlarının kaynağı adı geçen bu FabrikaOkul anlayışına Cumhuriyet tarihi boyunca özünü değiştirmeden sıkı sıkıya bağlı kalmasıdır.
DÖNÜŞÜM :
Detaya inmeden neredeyse artık herkesin bildiği yeni eğitim paradigmasını kısaca vurgulamakta yarar vardır: Eğitim kavramının artık belirli bir fiziksel mekan olan okul kavramından bağımsızlaşması, bilginin okul denilen formal kurumların tekelinden çıkıp her yerde ve her zaman edinilebilir bir meta haline gelmesi, ezberleme ve geri çağırma ilkesine dayana öğrenme anlayışının keşfetme, arama, bulma, bireyin kendi girişimi sonucu bağımsız parçalardan özgün bütünler yaratabilme süreci olarak algılanması, vb.
EĞİTİM REFORMUNUN KRİTİK HEDEF ALANLARI
VAROLAN DURUM
1. En Temel Sorun-Çağ nüfusu artışı: Türk okul sistemi pek çok uzmanın gözden kaçırdığı temel bir sorunla yüz yüzedir. Çağ nüfus artışı kontrol altına alınmadığı sürece milli eğitime ayrılan ulusal kaynakların daha uzun süreler sadece okul binası yapmaya ayrılması kaçınılmazdır.
2. Eğitimin her aşamasını işgal altında tutan Daimici-Esasici Pedagojik Anlayış: Ülkemizde eğitimin her aşamasında aklın eğitimini temel alan “entellektüelizm” yani akademik yönelim söz konusudur. Okul öncesinden üniversite eğitimine kadar eğitimimizde mantıksal-matematiksel yani bilişsel zekanın üstünlüğü tartışma götürmemektedir.
3. Merkeziyetçi ve hiyerarşik örgütlenme ve yönetim anlayışı: Bu konu ülkemizde sadece eğitimin sorunu olmaktan ziyade tüm devlet aygıtına egemen olan ve kamu yönetimini kilitleyen bir sorundur. Ancak bu sorunun eğitimdeki yansımaları daha vahimdir. Milli eğitim sistemimiz bu anlayış nedeniyle artık yönetilemez durumdadır. Avrupa’nın pek çok ülkesinden daha kalabalık bir okul sistemini merkezden ve bürokratik yollarla yönetme girişiminin çağdaş yönetim anlayışında yeri yoktur
4. Merkeziyetçi, tek tip, yaşamla bağı kopmuş program anlayışı: Milli eğitim sistemimize hakim olan program anlayışı içerik olarak yukarıda sözü edilen “entellektüelizmi” temel alarak oluşturulmuştur. Kapsanan konular ve bunların program içinde dizilişi çocukların yaş ve gelişimsel özelliklerine uymamaktadır.
5. Öğretmen merkezli, kuramsal ve öğrenciyi edilgin yapan öğretim yöntemleri: Okul sistemimizde “kara tahta” hala en geçerli öğretim aracıdır. Öğrenenin edilgin kılındığı bu sistemde öğretmen sınıfın odağı ve uzman aktarıcıdır. Programdaki her konu neredeyse tahta başında, veya kağıt ve kalemle öğretilmektedir.
6. Sınava çoktan seçmeli testlere dayalı ölçme-değerlendirme sistemi: Özellikle de üniversite seçme sınav sisteminin bir sonucu olarak Türk milli eğitim sistemi ezbere ve hatırlamaya dayalı, bir takım ipuçlarını yakalama yoluyla doğru yanıtı bulmayı hedefleyen “sınav çılgınlığına” tutsak düşmüştür. Uzun süredir küresel dünyanın karmaşıklığı ve bireyin yaratıcılığını ön palana çıkaran anlayışa tezat “çoktan seçen” bir kuşak yetiştirmekteyiz.
7. İnsana “standart” bakan, akademik-entellektüel temelli yönlendirme ve rehberlik sistemi: Milli eğitimimizde mesleki yönlendirme ve rehberlik sadece öğrenci üniversite sınavlarında tercihlerini yaparken gündeme gelmektedir. Dahası varolan sistem herkesi mühendis, doktor, öğretmen gibi klasik mesleklere yönlendirmektedir.
8. Anadolu liseleri gibi fırsat eşitliğine aykırı okul türlerinin varlığı: Ülkemizde ilköğretim ve ortaöğretim büyük ölçüde devletin tekelindedir ve kamu kaynaklarından beslenir. Kamu kaynaklarından desteklenen ancak temel olarak belirli zümre ve sosyal sınıflara daha başlangıçta avantaj sağlayan okul türleri eğitimde fırsat eşitliğini zedelemektedir.
9. Öğretmeni sadece “uygulayıcı” gören öğretmene ilişkin algı: Milli eğitim sistemimiz içinde öğretmen, merkezi otorite ve onu temsil eden Talim-Terbiye gibi birimler tarafından şekli verilen programları aynı zaman dilimleri içinde, benzer öğretim yöntemleriyle öğreten uygulayıcılar olarak görülmektedir. Bu anlayışın yukarıda sözü edilen FabrikaOkul anlayışının bir ürünü olduğu ve öğretmeni niteliksiz “işçi” gibi algıladığı açıktır.
10. Yükseköğretim sistemimizin temel çıkmazları olan üniversite sınavları ve kamu destekli üniversite eğitimi: Ülkemizde diğer bir eşitsizlik alanı yükseköğretimdir. Üniversite sınavlarında başarılı olan öğrencilerin % 70’ten fazlası üst-üstü orta gelir grubundan gelmektedir. Varolan % 3’lük katkı payı aslında ülkemizde yükseköğretimin temel olarak kamu kaynaklarından desteklendiğini göstermektedir. Yükseköğretimde dünya normlarının tersine “ters gelir aktarımı” (yoksuldan zengine) söz konusudur.
HEDEFLER
Hedef: Ulusal milli eğitim politikasının en önemli önceliklerinden birisi hızlı çağ nüfus artış oranını kontrol altına almak olmalıdır. Kalkınma ile nüfus artışı arasında, eğitimde nicelik ve nitelik konusunda nüfus artış dinamiklerinin doğrudan ilişkisi vardır.
Hedef: İyi vatandaş, özgüveni ve sosyal-etkileşimsel becerileri gelişmiş bireyler yetiştirmek için eğitimin değişik aşamalarında farklı zeka türlerinin öne çıkarılması gerekmektedir. Okul öncesi-ilköğretim 6-7. sınıflar arası programlardaki ağır akademik yük kaldırılarak bu eğitim basamaklarında bireylerin duyuşsal alanlarının eğitimine ağırlık verilmeli, entellektüel-bilişsel boyutun keskinleştirilmesi kademeli bir şekilde 7-8. sınıflardan itibaren başlamalıdır.
Hedef: Türk milli eğitim sisteminin zaman kaybetmeden adem-i merkeziyetçi bir örgütlenme ve yönetim anlayışına geçmesi gereklidir. Öncelikle varolan ve ülkemizde kamu yönetiminin temelini oluşturan 82 ilimize belirli merkezi yetki ve sorumlulukların aktarılmasından başlanabilir. Her il içerisinde de benzer yetki ve sorumluluk dağıtımına gidilebilir.Böylesi bir sistem içinde milli eğitim merkez teşkilatının temel görevi uzun vadeli eğitim politikaları üzerinde çalışmak ve sistemi denetlemek olmalıdır.
Hedef: Yukarıda sözü edildiği gibi ilköğretim ve ortaöğretim programları arasında felsefe ve pedagojik yönelim açılarından ciddi farklılaşmalar gerçekleştirilmelidir. İlköğretimde konuların seçimi ve bunların içerikleri daha çok duyuşsal gelişimi ön plana çıkarırken, ortaöğretimde daha akademik bir yönelim vurgulanabilir. Tek tip program anlayışı yerine yerel özellikleri de içine alabilecek esnek alanları içeren bir program anlayışına geçilmelidir.
Hedef: Özellikle belirli derslerde (hayat bilgisi, fen bilgisi, vb.) ve özellikle ilköğretimde farklı ve öğrenciyi daha aktif yapan öğretim yöntemlerine geçilmelidir. Gurup çalışmaları, birlikte öğrenme, proje temelli öğrenme, yaparak-yaşayarak öğrenme, vb. Öğretim yöntemleri eğitim-öğretim süreçlerine hakim olmalıdır.
Hedef: Öğrencilerin yaratıcılığını, keşfetme ve bulma yeteneklerini güçlendirmek ve parçalardan özgün bütünlere ulaşma becerilerini keskinleştirmek için farklı ve çağdaş ölçme ve değerlendirme yöntemlerini sistemimizde hayata geçirmek zorundayız. Açık uçlu sorular, proje temelli değerlendirme, potfolio, sözel becerileri ölçmeye yarayan drama türü ölçme ve değerlendirme sistemleri dikkate alınmalıdır. Sistem, periyodik “one shot” ölçme sisteminden öğrencinin performansını sürekli ve birikimsel olarak ölçen bir anlayışa yönlenmelidir.
Hedef: Oysa yönlendirme ve rehberlik formal eğitmin başladığı okulöncesinden ortaöğretimin sonuna kadar kesintisiz devam etmelidir. Okul eğitiminin amacı sadece doktor, mühendis yetiştirmek olmamalı iyi sporcu, iyi müzisyen, iyi şair, iyi romancı yetiştirmek de olmalıdır. Howard Gardner’ın diğer zeka alanlarını da keşfetmeye yönelik; öğrenci, öğretmen, rehber uzman ve ailenin birlikte çalıştığı çok yönlü ve sürekli bir yönlendirme ve rehberlik sisteminin yerleştirilmesi gereklidir.
Hedef: Eğitimde fırsat eşitliği ancak ülkenin her köşesindeki okulların aynı olanak ve standartlara kavuşturulması ile mümkündür. Her öğrencinin nitelikli öğretmenler elinde yetişmesi, benzer olanaklara sahip olması ve halkın vergileriyle desteklenen eğitim sistemi içinde eşit şansa sahip olması anayasamızın emridir.
Hedef: Yukarıdaki hedefler altında sıralanan önlemlerin etkililikle hayata geçirilebilmesi için öğretmene ilişkin temel algımızın da kökten değişmesi gereklidir. Öğretmenlik tıpkı diğer profesyonel alanlar gibi (tıp, hukuk, mühendislik, mimarlık, vb.) profesyonel bir meslek alanıdır. Yukarıdaki önlemler ışığında öğretmeni de profesyonel kararlar alabilen, yetkili ve sorumlu profesyoneller haline getirmeliyiz.
Hedef: Yanda sözü edilen “ters gelir aktarımını” önlemenin yolu etkili bir “burs” sistemiyle öğrenci katkı paylarının aşamalı olarak yükseltilmesi ve Türkiye’ye benzer ekonomim göstergelere sahip ülkeler düzeyine çıkarılması gereklidir. Bu yolla edinilen kaynakların üniversiteler tarafından özerk kullanımının yolları açılmalıdır. Tüm eğitim sistemimizi “sınav çılgınlığına” iten üniversite sınavları, dolayısıyla bunun en temel nedeni olan kapasite yetersizliği konusunda iki önlem ciddi olarak dikkate alınmalıdır. Yeni uygulamaya konan mesleki eğitim mezunlarına sınavsız üniversiteye geçiş hakkının yaygınlaştırılması, vakıf üniversitelerinin kapasitelerini artırma konusunda özendirici önlemlerin devreye sokulması.
Değişimin Başlatılması ve Yönetilmesi: Eğitim sistemimizdeki reform girişimleri dikkatle irdelendiğinde pek çok gözlemcinin gözünden kaçan ciddi bir durum söz konusudur: Değişimin başlatılması ve yönetilmesinde profesyonel bir yaklaşımın olmaması pek çok özgün reform girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasına yol açmıştır. Uzun yıllardır uygulanan ve çağdaş işletme ve yönetim uygulamalarıyla bağdaşmayan atama ve yükseltme ölçütleriyle göreve gelen yönetici kademesini değişime hazırlama konusunda uygulanan hizmet-içi eğitim etkinlikleri yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle:
a. Değişimin başlatılması ve etkili bir şekilde sürdürülmesini kolaylaştıracak milli eğitim sistemi içinde veya sistem dışında bir-kaç yüz geç dinamik, risk alabilen, hızlı karar verebilen kişiye ihtiyaç vardır. Bunların öncelikle il milli eğitim müdürlükleri olmak üzere yukarıda sözü edilen reform alanlarıyla ilgili anahtar pozisyonlarda değerlendirilmesi gereği vardır.
Öte yandan, uzun süredir milli eğitimimize hakim olan değişim anlayışı sistemin bir-iki unsurunu değiştirip diğerlerine dokunmamak şeklinde yapılmıştır. Oysa okul sistemi gibi karmaşık sistemlerde belirli unsurların değiştirilip diğerlerinin sabit tutulması reformların başarı şansını olumsuz yönde etkilemektedir. “Sistemik değişim” dediğimiz ve reform hedefi olan konuyu doğrudan veya dolaylı etkileyen unsurlarda da gerekli uyarlamalara gidilmelidir. Bu nedenle:
b. Yukarıda sözü edilen reform alanlarının birbirinden bağımsız olmadığı ve birbirini doğrudan etkilediği gerçeğinden yola çıkarak topyekün ve kapsamlı reform girişimlerine öncelik verilmelidir.
c. Öte yandan, eğitim gibi çok boyutlu alanlarda gerçekleştirilecek reform hareketlerinin kuramsal modellerle bir anda başlatılması yoluyla ortaya çıkabilecek olası sorunları önceden kestirmek ve tam uygulama öncesi modellerin test edilmesine olanak tanıyacak “pilot uygulamaların” devreye sokulmasında yarar vardır.